Psikiyatri' de beyin haritalama- Brain mapping
Sağlıklı beynin elektrofizyolojik aktivitesinin alt ve üst kesim noktaları bilinmemektedir. Psikiyatrik hastalıkların dağınık doğası da hesaba katıldığında bozuk ya da sağlıklı beyinin elektriksel aktivitesi için tek bir kestirim değeri belirlemek mümkün gözükmemektedir.
Bu gerçekten hareketle birçok araştırma grubu nöropsikiyatrik olarak sağlıklı bireylerden oluşan, EEG analiz yöntemleri ile incelenmiş yaş, cinsiyet, eğitim, etnik köken gibi birçok değişkene ayrılarak tabakalı bir örneklem üzerinden oluşturulan normatif veri tabanları ile psikiyatrik tanı ve izlem çalışmaları yapmaktadır.
Burada asıl incelenen, psikiyatrik sorunlardan muzdarip tek bir bireyin beyin elektriksel aktivitesini doğrusal ya da doğrusal olmayan istatistiksel yöntemler kullanarak kendi yaş ve cinsiyet kategorisindeki veri tabanları ile karşılaştırıp normalden ne derece sapma gösterdiklerini tespit etmektir. Elde edilen sonuçlar, sonrasında hem tablolar halinde hem de 2 veya 3 boyutlu topografik bir düzlemde klinisyenlere sunulmaktadır.
Dünyada özllikle nöropsikiyatri merkezlerinde kullanılan bu yöntemin ilk temelleri Leuchter ve arkadaşları tarafından UCLA’ de atılmış ve yapılan çalışma ile yaklaşık 600 kadar nöropsikiyatrik olarak sağlıklı bireyden oluşan bir normatif veri tabanı kullanılarak ticari bir program haline getirilen Neuroguide programı oluşturulmuştur (Applied Neuroscience; St. Petersburg, FL). Ülkemizde henüz Türkiye populasyonuna ait, sayısal hale getirilmiş, nöropsikiyatrik olarak sağlıklı bireylerin EEG sinyallerinden oluşan bir veri tabanı bulunmamaktadır.Aşağıdaki şekilde Neuroguide programı ile beyin haritalanması yapılmış bir olgunun görüntüsü sunulmuştur.
Psikiyatri, etkilenen bireylerin biyo-psiko-sosyal bir bütünlük ile incelenmesinin mutlak gerekli olduğu ve bu gerçeği itibariyle tıbbın diğer alanlarından ayrışan bir bilim dalıdır. Psikiyatrik sorunların psikolojik ve sosyal kökenleri ile ilgili bilgilerimiz oldukça fazladır. Bu konuda birbirlerini temelde reddedemeyen ancak bozukluklara farklı bakış açıları sunan ekoller oluşmuştur, ancak psikiyatrik bozukluklarda biyolojik belirteçlerin kullanımına yönelik ilgi son yıllara kadar oldukça sınırlı düzeyde kalmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak, günümüzde tıbbın diğer birçok alanında tam iyileşme ve kesin tanı kavramından bahsedilirken, bu tanımlar henüz psikiyatride kendisine yer bulamamıştır. Salt biyolojik olan, indirgemeci bir yaklaşımın insanı anlamakta ne kadar sınırlı olduğunun bilinmesinin yanında farmakolojik ajanlar ile tedavi etmeye çalıştığımız bozuklukların sadece psikososyal yönleri ile ele alınması ve tanılarının yalnızca dışa yansıyan belirtilere göre konulması da yine indirgemeci bir yaklaşım olarak kabul edilebilir.
EEG alanında bugünkü bilgilerimiz ışığında bu teknolojilerin psikiyatride kullanımının, bir diyabet hastasının tanısının kan şekeri tayini ile konulmasına kıyasla oldukça düşük potansiyeli olduğu aşikârdır. Ancak psikiyatrideki belirti tabanlı sınıflandırma sistemlerinin de geçerliliği tıbbın diğer alanlarındaki hastalık sınıflandırmalarına göre de oldukça düşüktür. Ayrıca, psikiyatrinin gelecek uygulamalarının ele alındığı hiçbir çalışmada psikiyatrik bozuklukların tanısının tek bir tetkik ile konulabileceği görüşü bulunmamaktadır. Burada genel görüş, belirti tabanlı sınıflandırma sistemlerinin mutlaka biyolojik belirteçler ile desteklenmesi gerekliliğidir. Bu bağlamda bakıldığında, yukarıda sunulan tüm bilgiler ışığında qEEG yöntemlerinin psikiyatride kullanımı için artık yeterince bilimsel verinin oluştuğu görülmektedir.